• Corpus Denetim ve Yeminli Mali Müşavirlik A.Ş.
  • Kamu İktisadi Teşebbüslerinden Doğan Alacakların Şüpheliliği

    Kamu İktisadi Teşebbüslerinden Doğan Alacakların Şüpheliliği

KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİNDEN DOĞAN ALACAKLARIN ŞÜPHELİLİĞİ

Giriş

Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılıp ayrılamayacağı hususu makale içinde işlenmiştir. Konuya ilişkin verilen bir özelge de makale içinde paylaşılmıştır.

1. Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden Doğan Alacaklara Şüpheli Alacak Karşılığı Ayrılamamasına İlişkin Özelge

Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından 21.02.2012 tarihinde verilen B.07.1.GİB.4.06.18.02-32323-7986-282 sayılı özelgede; Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacaklara şüpheli alacak karşılığı ayrılıp ayrılamayacağı hususunda aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir;

“Şüpheli alacak karşılığı ayrılmasındaki temel unsur oluşması beklenen bir zararın varlığıdır. Kamu idare ve müesseselerinden kaynaklanan bir alacağın zamanında tahsil edilememesi durumunda, bu alacağın tahsilinin imkansız hale geldiği düşünülerek ya da tahsili mümkün olamayacağı kanaati ile dönemsellik ilkesi gereği söz konusu alacakların şüpheli alacak olarak değerlendirilip karşılık ayrılması kamu idare ve müesseselerinin borçlarını ödememesi düşünülemeyeceğinden söz konusu olamaz.

Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalara göre, şirketinizin kamu kurum ve kuruluşlarından olan … alacakları için şüpheli alacak karşılığı ayrılması mümkün değildir.”

Anlaşılacağı üzere, anılan özelge ile Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacaklara şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağı hususu kabul edilmiştir. 27.03.2013 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 425 No’lu Vergi Usul Kanunu’nu Genel Tebliği ile özelgeler, kişiye verilir olmaktan çıkmış, öncelikle doğrudan rapor değerlendirme komisyonlarını ve daha sonra dolaylı olarak (hatta doğrudan) inceleme elemanları ile tüm mükellefleri de bağlayıcı bir hale gelmiştir. Böylece, özelgeler hukuki yorum olmaktan ziyade hukuki metin mahiyetini taşır hale gelmiştir. Bu konuda verilen “son” özelge olması hasebiyle yukarıda yapılan açıklamalar, mevcut alacaklarına karşılık ayırmak isteyen bütün mükellefleri ve değerlendirme yaparken rapor okuma komisyonlarını bağlayıcı niteliktedir.

İnceleme elemanı ise, Vergi Usul Kanunu’nun şüpheli alacakları düzenleyen 323’üncü maddesinin lafzına, ruhuna, amacına, kanun yapısındaki yerine, diğer kanunlarla olan bağlantısına dikkat etmeksizin salt yukarıda verilen özelge ile eleştiri raporu yazma yetkisine haizdir. Ne de olsa özelge, tüm bunları inceleme elemanının yerine yapmıştır. Bu durum, mükelleflerin hakkını ve hukukunu korumak için düzenlenen 6009 sayılı Kanun’un yan etkisidir!

2. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Tanımı ve Gelişimi

233 Sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 2’nci maddesine göre, Kamu iktisadi teşebbüsü "Teşebbüs"; iktisadi devlet teşekkülü ile kamu iktisadi kuruluşunun ortak adıdır.

İktisadi devlet teşekkülü "Teşekkül"; sermayesinin tamamı devlete ait, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek üzere kurulan, kamu iktisadi teşebbüsüdür. Kamu iktisadi kuruluşu "Kuruluş"; sermayesinin tamamı Devlete ait olup tekel niteliğindeki mal ve hizmetleri kamu yararı gözeterek üretmek ve pazarlamak üzere kurulan ve gördüğü bu kamu hizmeti dolayısıyla ürettiği mal ve hizmetler imtiyaz sayılan kamu iktisadi teşebbüsüdür.

KİT’lerin Türkiye’de ekonomi sahnesine gerçek anlamda ortaya çıkışları 1930’lu yıllar ile başlamıştır. KİT’ler, devletin ekonomik ve toplumsal yaşamda önemli bir konuma sahip olması olarak tanımlanabilecek devletçilik politikasının ürünüdürler. Devletin artan ekonomik ve sosyal görevlerinin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış olan KİT’ler, en genel anlamda devletin, mal ve hizmet sunumunu gerçekleştirmek için kurduğu tüzel kişiliklerdir.

24 Ocak 1980 kararları ile Türk ekonomisi serbest piyasa ekonomisi denilen yeni bir iktisat modeli ile karşı karşıya kalmıştır. Bu yeni ekonomik düzenlemelerin sonucu olarak, KİT’ler yavaş yavaş daralma yaşamış, fiyatlarını serbest piyasa kurallarına göre belirlemiş ve piyasa koşullarında özel sektör kuruluşları gibi çalışmaya başlamıştırlar.

3. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Hukuki İlişkilerdeki Durumu

233 Sayılı KHK’nın 4’üncü maddesinde belirtildiği üzere, teşebbüsler, bu Kanun Hükmünde Kararname ile saklı tutulan hususlar dışında özel hukuk hükümlerine tabidirler. Özel hukuk hükümlerine tabi olmaktan anlaşılması gereken, bu teşebbüslerin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerde özel hukuk hükümlerinin uygulanmasıdır.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden İktisadi Devlet Teşekkülleri (İDT) ticari esaslara göre faaliyet gösterirler. Bu nedenle, karlılık ve verimlilik anlayışı içinde çalışırlar. Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK) ise, kendilerine verilen görevleri ve kamu hizmetlerini ekonomik ve sosyal gereklere uygun olarak verimlilik ilkesi doğrultusunda yürütürler. Bu nedenle, gerek İDT’lerin ve KİK’lerin ve gerekse bunların müesseseleri ile bunlara bağlı ortaklıkların dışa yönelik faaliyet ve işlemleri özel hukuk hükümlerine tabidir. Gerçi öteki idari kuruluşlar da (merkezi idare, mahalli idareler, idari kamu kurumları), bazı hallerde özel hukuk hükümlerine göre işlem yapabilirler. Ancak bu ayrıksı bir durumdur. İDT’ler, KİK’ler ve bunların müessesleri ile bağlı ortaklıkların dışa yönelik işlem ve faaliyetlerinin hemen tümü özel hukuk hükümlerine tabidir. Gene bu nedenle, KİT’ler ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını serbestçe belirleyebilirler.[1]

Nitekim, 28 Mart 1945 tarih ve 1/6 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı’nda "Devlet İktisadi Teşekkülleri özel hukuk prensiplerine tabi olmak üzere kurulmuş müesseselerdir. Bu müesseselerin hukuk hayatında görülen sair teşekküllerden farkının sermayelerinin devlete ait olması ve bazı yönetim organlarının tayin usullerinde mevcut hususiyetten ibarettir. Gerçi bu teşekküllerin görecekleri vazifelerden bir kısmı devletin ekonomik politikasıyla ilgilidir. Ancak bu keyfiyet, iktisadi Devlet Teşekküllerine kamu hukuku müessesi vasfı vermeyip sadece kurucusunun devlet oluşundan ve kuruluşunun bir kanuna dayanmakta bulunmasından ileri gelmektedir" hükmüne yer verilmek suretiyle bu kuruluşların özel hukuk hükümlerine tabi oldukları belirtilmiştir

Yine, Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesi’nin bir kararında[2]; “bu kurumlarla fertler arasındaki ilişkinin özel hukuk kurallarına tabi olacağı ve bunun sonucu olarak anılan işler karşısında ferdin durumunun tamamen akdi nitelikte bulunduğunu kabul etmek gerekir” açıklamalarına yer verilmiştir.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin dışa yönelik işlem ve faaliyetlerinde özel hukuk hükümlerine tabi tutulmuş bulunmaları, onların kamu tüzel kişiliğine sahip olma niteliklerini ortadan kaldırmaz. Kamu iktisadi Teşebbüsleri, kamu tüzelkişiliğine sahip oldukları için, İdare Hukukuna da tabidirler. Ancak İdare Hukukunun bu kurumlara uygulanması bunların içyapı ve ilişkileri ile sınırlıdır. Nitekim 233 sayılı KHK Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin bu KHK’de düzenlenmiş bulunan hususlar dışında özel hukuk hükümlerine tabi olduklarını belirtmekle, iç yapı ve ilişkileri açısından İdare Hukukuna tabi olduklarını dolaylı da olsa ifade etmiş olmaktadır.[3]

Anayasa Mahkemesi’nin de verdiği bir kararda[4]; “… Kamu İktisadi Teşebbüsleri, … ticari esaslara, yani özel hukuk hükümlerine göre faaliyette bulunan ve kamu yararı amacıyla çalışan kamu tüzel kişileridir” ifadelerine yer verilmiştir.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin sermayelerinin tamamının veya bir kısmının Devlete ait olması özel hukuk hükümlerinin uygulanmasında bu kuruluşlara bir ayrıcalık tanımamaktadır. Keza; bunun sonucu olarak, gerçek veya tüzel kişilerle bu kuruluşlar arasında çıkan uyuşmazlıklar da adli yargıda çözümlenmektedir.

4. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Ticaret Kanunu Karşısındaki Durumu ve Tacir Sıfatı

6102 sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 12’nci maddesine göre, bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten kişiye tacir denir.

Aynı Kanun’un 16’ncı maddesine göre, ticaret şirketleriyle, amacına varmak için ticari bir işletme işleten vakıflar, dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılırlar.

O halde, kamu iktisadi teşebbüsleri de Türk Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde tacir olarak değerlendirilebilirler. Zira Kamu İktisadi Teşebbüsleri de ticari işletme kurup işletmektedirler. Sermayelerinin Devlete ait olması ve bazı yönetim organlarının tayin yöntemlerinin özellik arz etmesi bu kurumlara kamu hukuku kurumu niteliği kazandırmadığı gibi, sermayenin kime ait olacağı da bir kıstas olarak alınmamıştır. Öğretide baskın görüş de Kamu İktisadi Teşebbüslerinin tacir oldukları yönündedir.[5] Hatta, 233 sayılı KHK’nın 3/3’üncü maddesinde, teşebbüslerden iktisadi devlet teşekkülü olanların, anonim şirket şeklinde de kurulabileceği dahi belirtilmiştir.

Ayrıca, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında; Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin ticari işletme kurup işlettikleri için tacir olduğu ve sermayelerinin Devlete ait olmasının da bu vasfı değiştirmeyeceği belirtilmiştir.[6]

Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin tacir olması bir takım yükümlülükleri de beraberinde getirmektedir. Nitekim, Kanun’un “Tacir olmanın hükümleri” başlıklı 18’inci maddesinde belirtildiği üzere, tacir, her türlü borcu için iflasa da tabidir. Bu minvalde, kamu iktisadi teşebbüslerinin de iflasa tabi olduğunu söylemek mümkündür.[7] Makalenin konusu gereği tacir olmanın vergi hukuku bakımından yükümlülüklerine ileride yer verilecektir.

5. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Mallarının Haczedilebilirliği

İcra ve İflas Kanunu’nun 82/1’inci maddesine göre, Devlet malları ve özel kanunlarına haczi caiz olmayan mallar haczedilememektedir. Bu hükmün konuluş nedeni, 15.01.1947 gün ve 1947/14-5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “Bu hüküm, kamu hizmetlerinin düzenli ve aralıksız bir tarzda yürütülmesini sağlamak amacını güder. Devletin kendisine ait borcu ödemesi zorunluluğu, devlet kamu kişiliğinin saygınlık ve onuru gereği bulunmakta, devletten alacaklı bulunan kişilerin kovuşturma yollarına başvurmalarına gerek bulunmadan alacaklarını alabilmeleri öngörülmektedir” şeklinde açıklanmıştır.

Devlet malları 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu’nun 2’nci maddesinde “Devletin mal varlığı; Devletçe salınan ve alınan her türlü vergi ve resim ile Devlete ait nakit, hisse senedi, her türlü taşınır ve taşınmaz eşya, mal, kıymet ve bunların gelirleri, kiralan ile satış bedellerinden oluşur” şeklinde tanımlanmıştır.

Devlet malları kavramı, salt devlet tüzel kişiliği içindeki genel bütçeli dairelerin ellerinde bulunan ve idare ve muhasebesi 1050 sayılı Genel Muhasebe Yasası’na tabi malları kapsar. Devlet malları, özel mallardan birtakım hukuki karaktere sahiptir. Devlet mallarının gösterdiği bu hukuki karakter bu malların ya doğasından, ya da kamunun kullanımına ve yararlanmasına sunulmuş bulunmasından veyahut bir kamu hizmetinin unsurunu oluşturmasından kaynaklanır.[8]

Danıştay Genel Kurulunun 26.12.1946 tarihinde verdiği 46/213/199 sayılı istişari kararda; 1050 Sayılı Kanunda sözü edilen “devlet” kavramının dar kapsamlı olduğu ve sadece genel bütçeli idareleri kapsadığı sonucuna varılmıştır. Görüldüğü gibi, 1050 sayılı Kanun “devlet malları” kavramını dar anlamda kullanarak sadece genel bütçeli idarelerin mallarını esas almaktadır.

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 3’üncü maddesinin (g) bendinde kamu kaynakları kavramı kullanılmıştır. Buna göre, “borçlanma suretiyle elde edilen imkanlar dahil kamuya ait gelirler, taşınır ve taşınmazlar, hesaplarda bulunan para, alacak ve haklar ile her türlü değerler” kamu kaynağıdır. Kamu İktisadi Teşebbüsleri, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu kapsamında değildir. Zira adı geçen Kanun’un 2’nci ve 3’üncü yer alan tanımlara girmemektedirler; keza Kanun’un ek cetvellerinde de KİT’ler sayılmamıştır.

Devlet malları kavramı dar kapsamda yorumlanmışken ve Kamu İktisadi Teşebbüsleri 5018 sayılı Kanun kapsamına dahi alınmamışken; bu teşebbüslere ait malların haczedilebilir olduğunu söylemek mümkündür. Zaten, Devlet mallarının haczedilememesi Devletin alacağını ödeyeceğine olan güvenin gereği iken, tacir olması sebebiyle iflasa tabi olan bir Kamu İktisadi Teşebbüsü’nden olan alacağın her zaman tahsil edilebileceğini iddia etmek ise mümkün değildir.

Buna paralel olarak, 233 sayılı KHK’nın 57/2’nci maddesinin yürürlükten kalkmadan önceki halinde, teşebbüslerin taşınır ve taşınmaz her türlü mallarının haciz edilemeyeceği hükmü yer almışken; 14.9.1994 gün 4011/1 sayılı Kanun ile 57/2’nci madde kararnameden çıkarılarak, bu teşebbüslerin mallarının haciz edilebileceği kabul edilmiştir.

Ayrıca, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’un 70’inci maddesine göre, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi iktisadi devlet teşekkülleri, kamu iktisadi kuruluşları, bunların müesseseleri, bağlı ortaklıkları, iştirakleri ve mahalli idarelerin malları hariç olmak üzere Devlet malları ile hususi kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen malların haczedilemeyeceği kabul edilmiştir.

Böylece, gerek özel alacakların gerekse amme alacaklarının tahsili için Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ne ait malların haczedilebileceği kabul edilmiştir.

Nitekim, Yargıtay 12’inci Hukuk Dairesi’nin bir kararında[9], Devlet malları kavramının, salt devlet tüzel kişiliği içindeki genel ve katma bütçeli dairelerin ellerinde bulunan ve idare ve muhasebesi 1050 sayılı Kanuna tabi malları kapsadığı ve teşebbüsün taşınır ve taşınmaz mallarının haczedilemeyeceğine ilişkin 57/2. maddesi kaldırıldığından, adı geçen kuruluşların mallarının haczinde yasal bir engel de bulunmadığı hükmüne yer verilmiştir.

6. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin Vergi Hukuku Bağlamında Mükellefiyeti

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 1’inci maddesine göre, iktisadi kamu kuruluşları kurumlar vergisi mükellefidirler. Anılan Kanun’un 2’nci maddesine göre, İktisadî kamu kuruluşları: Devlete, il özel idarelerine, belediyelere, diğer kamu idarelerine ve kuruluşlarına ait veya bağlı olup, faaliyetleri devamlı bulunan ve birinci ve ikinci fıkralar dışında kalan ticarî, sınaî ve ziraî işletmeler iktisadî kamu kuruluşudur.

Konuya ilişkin 1 Seri No’lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nde aşağıdaki açıklamalara yer verilmiştir:

“İktisadi kamu kuruluşları, kamu idare ve kuruluşlarına ait veya bağlı olan tüm iktisadi işletmeleri kapsar. Bu nedenle iktisadi kamu kuruluşları kavramı, hem kamu iktisadi teşebbüslerini hem de kamu kurum ve kuruluşlarına ait veya tabi olan veyahut bunlar tarafından kurulan veya işletilen iktisadi kuruluşlar ile döner sermayeli kuruluşları da kapsamına alır.

Bir iktisadi kamu kuruluşunun varlığından söz edilebilmesi için kuruluşun;

Kamu idareleri veya kamu kuruluşlarına ait veya bağlı olması (ait olma, sermaye bakımından; bağlı olma ise idari bakımdan bağlılığı ifade eder),

Sermaye şirketi veya kooperatif şeklinde kurulmamış olması,

Ticari, sınai veya zirai alanda devamlı olarak faaliyette bulunması

gerekmektedir.

İktisadî kamu kuruluşlarının kazanç amacı gütmemeleri, faaliyetlerinin kanunla verilmiş görevler arasında bulunması, tüzel kişiliklerinin olmaması, bağımsız muhasebelerinin ve kendilerine ayrılmış sermayelerinin veya iş yerlerinin bulunmaması mükellefiyetlerini etkilemeyecektir. Mal veya hizmet bedelinin sadece maliyeti karşılayacak kadar olması, kâr edilmemesi veya kârın kuruluş amaçlarına tahsis edilmesi de bunların iktisadî niteliğini değiştirmeyecektir.”

Ayrıca, Vergi Usul Kanunu’nun 177’nci maddesinde belirtildiği üzere, Kurumlar Vergisine tabi olan diğer tüzel kişiler 1.sınıf tüccardırlar. Bu doğrultuda, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin de 1. sınıf tüccar olduğu ileri sürülebilir. Yine, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Vergi Usul Kanunu’nun 172’nci maddesine göre defter tutmak da mecburiyetindedirler.

Böylece, Ticaret Kanunu’na benzer şekilde vergi kanunları da Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ni tacir olarak kabul etmiştir.

7. Vergi Usul Kanunu’nda Yer Alan Şüpheli Alacak Müessesesi

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 323 üncü maddesine göre; "Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;

1. Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar;

2. Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar;

şüpheli alacak sayılır.

Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilir.

Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder.

Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kar-zarar hesabına intikal ettirilir."

Böylece, alacaklar için hangi koşullarda ve ne gibi işlemler sonucunda şüpheli alacaklar karşılığı ayrılması gerektiği açıklanmış bulunmaktadır. Bu madde hükmünden anlaşıldığı üzere bir alacağın şüpheli hale gelebilmesi için ya alacak dava veya icra safhasında bulunmalı ya da yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklardan oluşmalıdır. Aynı zamanda, alacağın teminata da bağlanmamış olması gerekir.

8. Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden Doğan Alacaklara Şüpheli Alacak Karşılığı Ayrılabilmesi Hususunun Değerlendirilmesi

Makalenin başında verilen özelgeyle paralel olarak, kamu kurumlarından doğan alacakların tahsilinin hiçbir zaman imkansız hale gelmeyeceği, bu sebeple alacaklının zarara maruz kalmasının söz konusu olmayacağından yola çıkarak bu alacakların şüpheli hale gelmeyeceği yönünde görüşler bulunmaktadır. Nitekim, Vergi Usul Kanunu’nun 323’üncü maddesinde de teminatlı alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağı düzenlenmiştir.

Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacakların tahsili her zaman mümkün olmayabilir. Zira bunlardan olan alacakların tahsil edilememesi riskine karşılık bu teşebbüslerin malları haczedilebilmektedir. Haciz, borcunu rızaen ödemeyen veya ödeyemeyen bir borçluya karşı başvurulan cebri icra yoludur. Dolayısıyla, sadece bu durum bile Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin doğan alacağın teminatlı olmadığı ve ödenmemesi riski bulunduğuna bir emaredir. Daha da ötesi, Kamu İktisadi Teşebbüsleri tacir olması hasebiyle iflasa tabidir ve dolayısıyla iflas riski de mevcuttur.

Ayrıca, bir alacağın tahsil edilmesi dışında, onun varlığına, miktarına veya içeriğine ilişkin ihtilaflar dolayısıyla da dava konusu edilmesi mümkündür.

Piyasa ekonomisinde yapmış olduğu işlemlerde özel hukuk hükümlerine tabi olan, tacir sıfatına haiz olan, zarar edebilen, iflasa tabi olan, malları haczedilebilen, üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerden doğan ihtilaflar idari yargı yerine adli yargıda çözümlenen, kurumlar vergisi mükellefi olup defter tutan sermeye şirketlerinden doğan ve dava veya icra safhasında olan alacakları için Kamu İktisadi Teşebbüsleri şüpheli alacak karşılığı ayırabilecektir.

Hal böyle iken, özel teşebbüslerin, piyasa ekonomisi içerisinde ve vergi kanunları karşısında kendilerinden bir farkı olmayan Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacaklarına şüpheli alacak karşılığı ayıramaması, Kanun Koyucunun amaçlamadığı halde Kamu İktisadi Teşebbüsleri’ne özel teşebbüslere nazaran farklı bir muamele uygulanması sonucunu doğuracaktır ki, bu durum vergi adaletiyle bağdaşmaz.

Usul Kanunu’nun 323’üncü maddesinde hangi alacaklara şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceği düzenlenmiş ancak borçlunun niteliğine ilişkin herhangi bir yorum ya da sınırlama yapılmamıştır. Salt sermayesinin tamamının veya bir kısmının Devlete ait olması, Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacaklara şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesine mahal olmamalıdır. Zira sermayenin yapısı dışında Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin özel teşebbüslerden pek bir farkı yoktur. Zaten, pek çok KİT, 24 Ocak kararları sonrasındaki süreçte hızla özelleştirilmiştir.

Hesap Uzmanları Kurulu Danışma Komisyonu’nun 116 Yayın Sıra No’lu kararında, alacağın kamu kurumundan olmasının, bu alacağa bir teminat sağlamadığı ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Anılan kararda, maddede (VUK 323) kastolunan teminatın alacağın madde ve müşahhas bir karşılığını ifade ettiği ve kamu idarelerinden ise böyle bir teminatın istenemeyeceğinden cihetle bu kabil borçlar sebebiyle kamu idareleri için değişik bir tatbikat yolu aramanın uygun olmayacağı belirtilmiştir. Danışma Komisyonu, sadece Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan alacaklara değil; Devletten doğan tüm alacaklara şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceğine kanaat getirmiştir.

Sonuç

Piyasa ekonomisinde yapmış olduğu işlemlerde özel hukuk hükümlerine tabi olan, tacir sıfatına haiz olan, zarar edebilen, iflasa tabi olan, malları haczedilebilen, üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerden doğan ihtilaflar idari yargı yerine adli yargıda çözümlenen, kurumlar vergisi mükellefi olup defter tutan Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nden doğan ve dava veya icra safhasında olan alacakları için şüpheli alacak karşılığı ayrılabilir.

 

Okan COŞGUN
YMM